Benim yaşadığım ortamlarda, bir insana özellikle de bir kadına, bu şekilde davranan erkeklere adam denmez; onlarla rakı masasına oturulmaz..."
................................................
Sonunda mutlaka güldüğümüz ama, hep "anlatırken anlamsız, yaşarken çok ağır" dediği, irili ufaklı canını acıtan iş hikâyelerini bildiğim dostum, ağlamasını kontrol edemez, çökkün bir halde bana geldiğinde, sorun her neyse boşverip, önce en yakın hastanenin acil servisine mi gitsek? diye düşündüm. Sonra, esas olarak yapmam gerekenin, O'nu bu hale getiren durumun şiddetini dilediğince yaşaması, zehirini, acısını akıtması olduğuna karar verip, içindeki yangını söndürmesi umuduyla, bir eline büyük bir bardak soğuk su tutuşturup, diğer elini sıkıca ve içtenlikle tutarak, yavaşca sakinleşmesini bekledim.
Zaman zaman tüm gücüyle elimi sıkıp bağırarak ağladı; zaman zaman titremesini kontrol etmeye çalışarak suyundan küçük yudumlar alarak, derin derin iç çekti. Ben, neredeyse nefes bile almadan sessizce durdum, dostumun yanında.
Aradan ne kadar zaman geçti farkında değilim. Ama artık nefes alıp verişi daha düzenli bir hale gelmiş, göğsüne kadar inen gözyaşları kurumuş, sağ elimdeki sol elinin parmakları gevşemeye, yüzü yumuşamaya başlamış, bardağındaki su bitmiş, şişmiş gözkapaklarını açık tutmaya çalışarak, odaya dolan tatlı esintiyle, oturduğumuz kanepeye bedenini yavaşca bırakmaya başlamıştı. Ruhunda açılan büyük yarayı, inanılmayacak kadar çok akan gözyaşlarıyla temizlemiş, sarmış sarmalamıştı adeta. Olanlardan ve ağlamaktan yorulmuş bedenini uyanık, şişmiş ve ağırlaşmış gözkapaklarını açık tutmaya çalışmaktan vazgeçti; ne yaşamış nasıl yaşamış olursa olsun, eninde sonunda yüzüne yayılan, hayran kaldığım gülümsemesiyle uykuya daldı.
................................................
Yıllardır işvereni tarafından her fırsatta sözlü şiddete maruz kalıyordu. Bir nedenle yolunda gitmeyen her konuyla ilgili çözüm odaklı konuşmak yerine, sorumlu tutuluyor, azarlanıyor, hakarete varan sözler ve davranışlarla karşılaşıyordu. Bu durum, zamanla anksiyete bozukluğu yaşamasına ve ilaç tedavisi görmeye başlamasına sebep olmuştu. Elbette anksiyete bozukluğunun tek sebebi, işveren şiddeti değildi ama, tetikleyicisi olduğu aşikârdı. Uygulanan şiddetin bir adım sonrası, muhtemel ki kendisine tekme tokat girişilmesi olacaktı!..
Yetersizliklerini, eksikliklerini, zaaflarını bilen, uzun yılllardır çalışan, yaptığı her işi ve mekânı sahiplenen, çalışma arkadaşlarıyla uyumlu çalışma derdinde olan şehirli dostum, yaşadığı kasabanın "cadı kazanı"nda yorgun düşmüştü. Böylesi durumlarda, sürekli kendine dönüp kızmaktan, acımaktan da sıkılmıştı. Hayatının bütününde, gözden kaçırdığı, görmezden geldiği, yaptığı ya da yapmadığı yapamadığı hiç bir şey, bu faşist muamelenin nedeni olamazdı. Ayrıca şiddet uygulayan için haklı gerekçeler bulmak hatta bu duruma gelmiş işçi-işveren ilişkisinde, kimin haklı kimin haksız olduğunu düşünmek bile, abesle iştigâldi.
................................................
Ben bunları düşünürken, sevgili dostum uyandı, kalktı; ağlamaktan küçülmüş ama ışıltısı hâlâ yerinde olan gözlerini gözlerime dikti, sevgi ve muhabbetle sıcacık, ellerimi öptü. Kırmızı gözlüklerini taktı, asaletle dimdik yürüdü; çıktı gitti...