avatar

Çakıl Taşları...
... renkler...

09/09/2014
Serap Eflanlı

"Bu ne ya! Acayip yakışmış", dedim içimden. Sarı, kırmızı, yeşil renklerde, etekleri ve kolları dağınık kesimli, yere kadar uzanan, yemeni kumaşından elbisesi ve kırmızı gözlükleriyle kapıda belirdiğinde; "aynı bedende, hem asaleti, hem âsiliği nasıl böylesine uyumla taşıyor"? diye düşündüm. Gözlerim parladı. O, her zamankinden daha büyük bir ışıltıyla girdi içeriye.

...............................

Çakıl taşlarını düşünüyorum bir süredir, diye başladı söze. Çocukluğumdan beri, gittiğim her deniz kenarında, gördüğüm ilk taşı alırım, şekline rengine bakmadan. Daha sonra orada geçirdiğim zaman süresince, bu kez en parlak, en yumuşak hatlı, en net, en karmaşık renkli, irili ufaklı çakıl taşlarını toplarım. Eve gelince içi su dolu kocaman cam fanusumun, önce suyunu yeniler, sonra yeni taşlarımla, eski taşlarımı birleştiririm. Farklı zaman ve yerlerden toplanmış taşların aynı kabın, aynı suyun içinde, birbirlerine değerek, pırıl pırıl duruşları pek hoşuma gider. Sıklıkla sularını yenilemeyi, böylelikle parlaklıklarını, ışıltılarını hep koruyacaklarını düşünerek, ihmal etmem. Ama bu yenileme sırasında bazı ufak tefek taşlar, lavabonun deliğinden gidiverirler ya da ben, çakıla değil de daha çok, mıcıra benzediğini düşündüğüm taşları temizlerim; en yuvarlak, en parlak olanların arasından. 

Dün akşam sana gelmeyi düşünürken, neredeyse yarım yüzyıla varacak olan hayatımdan bazı kesitler geldi aklıma. Yakın zamanda sevgiyle, sükûnetle bıraktığım, vedalaştığım geçmişimi, yıllarca topladığım çakıl taşlarının içinden, kendiliğinden giden ya da benim "bu da nedir, canım?" diyerek attığım taşlara benzettim. Şöyle bir sonuca vardım sonra, kimbilir hangi dağdan koparak denize yuvarlanan, büyük güçlü kaya, zamanla yağmura, rüzgâra, nerden bileyim işte başka doğa olaylarına dayanamayıp parçalanarak, coğrafyanın çeşitli yerlerine dağıldılar. Ben o kayaydım belki de ve gittiğim her yerde kendime ait bir ya da bir kaç parçayı buluyordum. Ve hatta, hemen yanımda benimle birlikte parçalanmış başka kayaların parçaları da çıkıyordu karşıma. Kendimi, onları da almaktan alıkoyamıyordum. Bir zaman sonra, yabancı, gereksiz ve çirkin bulduğum parçaları, suyu her yenilediğimde, eliyordum. İyi suyla doldurduğum, pırıl pırıl cam fanusumda artık, parlaklığını yitirmeyen, her yeni suda daha da berraklaşan, adeta canlanan taşlarım olmaya başlıyordu.

Parçalarımdan bazıları, birilerinin hayatında, evlerinin girişindeki eşikte, şimdilerde pek bir moda olan fotoğraf çerçevesi ya da ayna kenarında olabilir. Onlar neye bastıklarını, baktıklarını, kime dokunduklarını bilmeden, sırf ahenkli renkleri yüzünden, gördükçe keyif alıyorlardır belki de, dedi. Ve sonra, bazen öyle bir bir şey oluyor ki, hemen sana anlatmak istiyorum, işte bu da onlardan biri. Şimdi içerim valla, sade bir Türk Kahve'si diyerek, perdeyi açtı, kanepenin cama en yakın olan kısmına iyice yerleştirdi kendini. Ben anlattıklarını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışarak mutfağa gittim. Türk Kahvesi fincanlarını, kenarları renkli çakıl taşlarıyla bezenmiş ahşap tepsiye koyarak, yüzümde hafif bir tebessümle yanına geldiğimde, ah! bak işte kimbilir, kimin parçaları bunlar? aralarında benden bir parça bile olabilirim dedi, o çok sevdiğim gülümsemesiyle.

Sonra sustu, keyifle kahvesini ve ince sigarasını içti. Giderken, sımsıcacık elini yanağıma dokundurdu sevgiyle ve avucuma, kıpkırmızı bir çakıl taşı bıraktı...

Yorumlar Yorum Yap

Son Yazılar